31 Mart 2010 Çarşamba

Çilek Dudaklarına Yapışıp Kalıcammmmm

Ne zamandır küçük adamımdan pek bahsetmiyorum. Halbuki son zamanlarda şimdiye kadar olmadığımız kadar birlikteyiz. Her anımız birlikte geçiyor, haftaiçi 3,5 saat okulda olduğu saatler dışında hep dizimin dibinde yavru. Ucundan kıyısından tekrar atılmak istediğim iş hayatım da kendisinin üstün gayreti sayesinde son buluverince tamamen ona kaldım. 7/24 anne olmak, daha iyisi can sağlığı...




Dün okul çıkışı markette koca bir tezgah çilek görünce küçük adam hemen rotayı belirledi ve tezgahın önündeki uzun kuyruğa rağmen yolundan da dönmedi. O çilekleri nasıl sabırla bekleyip de aldığımızı, tartı için de ayrıca sırayı girip beklediğimizi, son olarak da kasada kuyruk beklediğimizi söylersem nasıl bir aşk olduğunu siz anlayıverin. Eve koşarak döndük haliyle. Daha ayakkabıları çıkarır çıkarmaz çilekler yıkandı, eller temizlenip hemen yılın ilk çilekleri böyle yenmeye başlandı.


Ona sebze yedirmek için bazen kırk takla atmam gerekse de çok şükür ki meyve konusunda çok şanslıyım. Nar, elma, muz, üzüm, kayısı, karpuz, kavun, kivi vs. ne var ne yoksa meyve hiç ayırt etmiyor. Ne anasına ne de babasına çekmemiş Allahtan. Tüm meyvelerin yanında elbette çileğin apayrı bir yeri var küçük adam için. Şimdi ortalıkta çileklerin hepsi tükenene kadar çileksiz günümüz geçmez bizim.




Yüzündeki mutluluğa bakar mısınız? Sanki yavuklusuna kavuşmuş bir aşık gibi değil de ne bu suratın hali ? Bir de en üst fotoğraftaki çilek tutan ele ne dersiniz, bu kadar mı kibar yenir bu çilek?
Bu da anneye çilekli tarafından bir teşekkür öpücüğü. O güzel dudakların çilekli tadı öyle güzel ki, hep çilek yesin ben de hep çilekli öpeyim o dudaklardan Yarabbim.


28 Mart 2010 Pazar

Tavuk Suyuna Terbiyeli Kırmızı Mercimek Çorbası



Farkındayım bir çorbanın adı bu kadar uzun olmaz. Fakat lezzeti o kadar güzel ki böyle afilli bir adı da haketmiyor değil hani. Geçenlerde kayınvalidem yapmıştı, tarifi de komşu Nihal Hanımdan almış. Biz hepimiz çok beğendik, içinde ne var da bu kadar lezzetli diye sorunca terbiyeli olduğunu söyledi Fatma Annem. Normal şartlarda ağzına mercimek çorbası sokmayan küçük adam o gün çorbadan koca bir tabak yiyince ben de ilk fırsatta evde de denedim. Hem o yesin hem de burada sizlerle paylaşayım istedim. Hani hep deriz ya lokantalardaki gibi mercimek çorbası diye, işte lezzeti tam olarak öyle oluyor. Ben daha vitaminli olsun diye tavuk suyu ile yaptım, eğer tavuk suyuna çorbaları seviyorsanız hiç düşünmeden yapabilirsiniz. Ama benim gibi size de tavuk suyu tadı ağır geliyorsa su ile denemenizi tavsiye ederim.
Malzemeler:
2 yemek kaşığı un
2 yemek kaşığı tereyağı
2 yemek kaşığı sıvıyağ
6-7 su bardağı tavuk suyu ( et suyu ya da normal su da kullanılabilir )
büyükçe bir kase kırmızı mercimek ( 1,5 su bardağı kadar )
1/2 limonun suyu
1 yumurtanın sarısı
tuz, karabiber
Yapılışı:
1. Tencereye tereyağı ve sıvıyağı alıp üzerine unu ekleyin. Unun kokusu çıkana kadar kavurun.
2. Üzerine sıcak tavuk suyunu ekleyin ve kırmızı mercimekleri katın.
3. Mercimekler ufalanıp parçalanana kadar pişirin.
4. Çorbayı blenderdan geçirin.
5. Bir kasede yarım limonun suyu ile yumurtanın sarısını güzelce çırpıp terbiyesini hazırlayın.
6. Kaynamış çorbadan birkaç kaşık çırpılmış limonla yumurtaya ekleyin.
7. Terbiyeyi yavaş yavaş çorbaya katın ve karıştırın.
8. Birkaç dakika da o şekilde kaynadıktan sonra ocağın altını kapatın.
8. Dilerseniz üzerine nane, pulbiber ile servis yapabilirsiniz.
Afiyet olsun.
Not: **Tavuk suyunu hazırlarken tencereye bir baş soğan, bir adet havuç, birkaç defne yaprağı da katarsanız hem lezzeti daha güzel olur hem de daha vitaminli.
***Fotoğraftaki beyaz çiçekleri çekmeceleri karıştırırken buluverdim. Gelinliğim ve duvağım bu çiçeklerle bezeliydi. Bu fotoğrafa da çok yakıştırdım onları. Bunları üzerimde taşıdığım o gün sanırım yıllar sonra böyle ulvi bir görevleri de olacağı hiç aklıma gelmezdi:))

26 Mart 2010 Cuma

Vişne Parçacıklı Kek

Mutfakta hala sıkı yönetim devam ediyor, fırın göreve ara verdi, yemekler dışında kek, böreği kabul etmiyor bir süreliğine. Bu kek arşivden, madem yapıp da yiyemiyoruz bari fotoğrafıyla avunalım diye düşündüm. Sonra arşivdeki tehlikeliler de bitmiş olacak ve haliyle tehlike arzetmeyen tariflere sıra gelecek. Zira büyük adamın iş yerindeki arkadaşları artık blogda yemek tarifi görmek istiyorlarmış, Aysucuğum mesaj alınmıştır.
Daha önceden bu yazımda söylemiştim, oğluşa yaptığım vişne kompostosunun tanelerini atmaya kıyamayıp mutlaka bir şekilde değerlendirdiğimi. Bu defa vişneciklerim bu keke hem renk hem de lezzet kattılar.
Malzemeler:
3 yumurta
1,5 su bardağı toz şeker
1 su bardağı süt
3/4 su bardağı sıvıyağ
aldığı kadar un ( yaklaşık 3 bardak civarı )
kabartma tozu, vanilya
150-200 gr kadar vişne tanesi
Yapılışı:
1. Toz şekeri ve yumurtaları iyice köpürene kadar mikserle çırpın.
2. Sütü ve sıvıyağı ekleyin ve bir dakika kadar daha çırpın.
3. Unu ve kabartma tozunu eleyerek ekleyin.
4. Vanilyasını ve vişne tanelerini içine katın ve vişneler parçalanana kadar kısa bir süre çırpın.
5. Yağlanmış kek kalıbına döküp önceden ısıtılmış 170 derecede fırında pişirin.
Afiyet olsun.
Ben bu defa Soft Bowl silikon kalıbımda yaptım. Etkinlikten sonra evde silikon kalıp ile yaptığım ilk kek oldu. Açıkcası öğrendiğim püf noktalarını kullanınca sonucun tatmin edici olması kaçınılmazdı. Neydi o püf noktaları;
* kalıp çok fazla doldurulmayacak, yarısına kadar olacak
** kalıp mutlaka katı yağ ile yağlanacak
*** keki pişirirken tel ızgara üzerine konacak
Herkese iyi bir haftasonu diliyorum.

23 Mart 2010 Salı

Kuru Börülceli Roka Salatası

Bir hafta olmuş, blogu açıp da yeni tarif girmek içimden gelmedi hiç. Bahar bana fena çarptı sanırım. Mutfakta sıkı yönetim uyguluyorum demiştim, tam da öyle oldu, fırını izne ayırdım. Otlar, sebzeler, meyveler hep vardı mutfağımızda ama bu aralar biraz ağırlık verdim. Yaz geliyor, yine bastı bana sıkıntılar. Unu, yağı, şekeri biraz öteledim şöyle gerilere. Varsın biraz kek, börek pişmesin mutfakta, kimseye bir zarar gelmez ottan sebzeden. Bir de küçük adamım yese o zaman içim de çok daha rahat olacak. Ona sebze yedirebilmek için kırk takla atıyorum, çorbaya köfteye vs. içine sebze eklemekten başka elimden birşey gelmiyor. Varsa annelerin de önerilerini bekliyorum, valla kurudum kaldım ne yapsam da ona sevdirsem sebzeleri bilemiyorum.

Bugünkü tarif de tam böyle bahara yakışır bir salata. Aslında benim için sadece bir salata değil, başlı başına bir öğün olabilir. Yanına da bir kase yoğurt olursa ohhh mis gibi. Dün Feneryolu Pazarına uğradım oğluşu okula bırakınca. Aylar olmuş gitmeyeli, pazara gitmek için en güzel zaman galiba bahar. Her türlü yeşillik var tezgahlarda, alıp bol bol yemek gerek. Hatta açgözlülük yapıp hepsinden almasam da tezgahlar arasında dolanmak bile hoşuma gidiyor.

Malzemeler:
1 bağ roka
1 çay bardağı haşlanmış kuru börülce
4-5 dal maydanoz
4-5 dal dereotu
çeri domates
1/2 limon suyu
2 yemek kaşığı zeytinyağı
2 yemek kaşığı nar ekşili salata sosu ya da nar ekşisi
tuz

Yapılışı:
1. Rokayı, maydanozu, dereotunu sirkeli su dolu bir kapta birkaç dakika bekletip yıkayın.
2. Tüm yeşillikleri kurutun ve elinizle çok da küçük olmayacak şekilde parçalara ayırın.
3. Yeşillikleri, önceden haşlanmış ve soğutulmuş kuru börülceleri karışıtırıp servis tabağına alın. Çeri domatesleri de ekleyin
4. Salata sosu için limon suyu, tuz, zeytinyağı ve nar ekşili salata sosunu karıştırıp salatanın üzerine dökün.
Afiyet olsun.

Not: *Benim gibi salataların içinde bakliyatları seviyorsanız salatalarınızı buğday, yeşil mercimek ya da maş fasulyesi ile daha besleyici ve keyifli hale getirebilirsiniz.
**Henüz edinmediyseniz mutlaka salatalar için kurutucu edinin. Islak halde eklediğiniz tüm salata sosu maalesef dibe çöküyor ve hiçbir lezzeti de olmuyor.
***Son olarak da yeşilliklerinizi kesinlikle bıçakla doğramayın. Yeşilliğe bıçak değince içindeki vitaminleri de ölüyor. Ya elinizle ya da sebze bıçakları ile doğrayın. Ben sebze bıçağı edindim ama yine de elimle parçalamayı tercih ediyorum hala.


16 Mart 2010 Salı

Buharda Haşlanmış Karışık Sebze Salatası

Karar verdim ya fazlalıklar gidecek diye, inşallah başarılı olurum. Nedense hep bu kararlar da yaz yaklaşırken verilir, kışın kimsenin umrunda değilmiş gibi kilolar. Yazın o incecik tiril tiril kıyafetler içinde nasıl da zordur gizlemek kiloları. Ordan çekiştir olmaz, burdan çekiştir olmaz. En iyisi çekiştirmemek tabii ama bir de iştahlı iseniz benim gibi çekiştirmek kaderinizdir.

Kendime sıkı yönetim uyguluyorum evde, hali hazırda pişmiş ve bekleyen kek, börek, kurabiye faslının tükenmesi itibariyle fırının görevine biraz ara veriyorum. En azından artık böyle zararlı şeylerle onu yormayacağım. Haziran sonu kardeşimin nikahı var, o zamana kadar şöyle adam akıllı şekle girmem gerek. Eeee nasıl olacak derseniz işte böyle misler gibi salatalara daha fazla yer açarak mutfakta.

Aslında bizim evde zararlıların yanı sıra her zaman faydalı gruptan da tüketim çok fazladır. Demek ki bundan sonra biraz daha sık yiyeceğiz. Hem şimdi bahar da geldi, pazarlarda marketlerde çeşit çeşit taze ot ve sebze bulmak mümkün. Fırsatınız varsa bol bol pazarlara gidin, o muhteşem yeşilliklerin içine dalın ve tüketin. Mümkünse de çiğ ya da az pişmiş yiyin ki içindeki vitaminleri de kaybetmemiş olun.

Ben de bugün akşam için ne yapsam diye buzdolabını tararken sebzelerimden azar azar kaldığını görünce şöyle karışık birşeyler olsun diye düşündüm. Kış boyunca dolaptan asla eksik olmayan sebzelerim bunlar benim. Genelde tencere yemeği şeklinde pişirsem de son zamanlarda böyle salata olarak tüketmek daha hoşuma gidiyor. Hem et, tavuk yemeklerinin yanına da çok yakışıyor. Renkleri iştah açıcı değil mi sizce de ?
Malzemeler:

birkaç çiçek karnabahar
birkaç çiçek brokoli
1 adet havuç
1 adet kırmızı biber
6-7 adet brüksel lahanası
tuz
1/2 limonun suyu
kuru fesleğen ( tazesi varsa çok daha güzel olur )
1-2 diş sarımsak
2 yemek kaşığı zeytinyağı

Yapılışı:

1. Karnabahar ve brokoliyi çiçek çiçek ayırın. Havuç ve kırmızı biberi de ince şeritler şeklinde doğrayın. Tüm sebzeleri yıkayıp süzdürün.
2. Buharda haşlayacaksanız tencerenin içine 1 bardak kadar su ekleyip buhar sepetine sebzeleri ekleyin. Suda haşlayacaksınız da mümkün olduğu kadar az suda haşlayıp tüm suyu çektirmeye çalışın.
3. Sebzeler çok fazla yumuşamadan ocaktan alın ve soğuması için bekletin.
4. Sosu için limonun suyunu, tuzu, kuru fesleğeni, incecik doğranmış sarımsak ve zeytinyağını karışıtırın.
5. Soğumuş olan sebzeleri servis tabağına alıp sosunu üzerine dökün.
6. Birkaç saat beklettikten sonra servis edebilirsiniz.

Afiyet olsun.
Buharda pişmeden önceki hallerine bakar mısınız, piştikten sonra canlılıklarından hiçbir şey kaybetmemişler. Aslında birçok kişi tanıyorum tüm bu sebzeleri çerez gibi önüne alıp çiğ çiğ yiyen ama ben yiyemem sanırım, yani karnabaharın ve brokolinin haşlanmadan önce benim damak tadıma hiç uymadığına eminim. O yüzden mümkün olabildiğince vitaminleri içinde kalacak şekilde ancak bu kadar olabiliyor.
Not: Ben Karaca Marifetli Set' in buhar sepetini kullanarak yaptım. Buharlı pişiricisi olmayanlar herhangi bir tencerenin üzerine bir süzgeç koyup öyle de yapabilirler. Ya da tek parça şeklinde buhar sepetlerinden edinebilirsiniz, artık pazarlarda bile var.
Bir de eğer aceleniz varsa ve sizin için mahsuru yoksa hazır salata baharatları var, onların içine de limon ve zeytinyağı ekleyip sosunu hazırlayabilirsiniz. Tamamen sizin tercihiniz.

15 Mart 2010 Pazartesi

Anladım Anne !!! / TuzBiber Dergisi Mart 2010 Sayısı Yazım

ANLADIM ANNE !!!

Hep böyle derdi annem ; ‘’ Anne olunca anlarsın ‘’. Sadece benim değil sanırım herkesin annesi sık sık kullanır bu cümleyi. Ya da henüz anne olmadıysanız hala duyuyor olabilirsiniz muhtemelen. Hep kızmışımdır ben de bunu her duyduğumda, ‘’ Aman neyi anlayacaksam ‘’ diye de söylenmişimdir. Ama anne olunca gördüm ve anladım ne demek istediğini annemin. Anne olmanın ne ucu bucağı olmayan bir durum olduğunu, içinde önüne geçilemez bir kaynak barındırdığını ve kalbinin artık sadece kendin için atmadığını işte anne olunca anladım ben. Öncesinde yaşadığım hayatın aslında ne kadar yavan olduğunu, anne olmakla nasıl bir deryada kendimi bulduğumu anladım. Onu gözümden bile sakınırken, ona bir şey olmasın diye çevresinde dört dönerken aslında onun da özgür bir birey olmaya hakkı olduğunu ama onun yanlış yapmasını istemediğimi, üzülmesine incinmesine kıyamadığımı anladım. Büyüdüğünü, büyüttüğümü ve an be an benden gittiğini anladım. Elinden tutarak ayağa kaldırdığım ufaklığın yürümeyi öğrendiğini, koşmaya başladığını ve büyüdükçe yanımdan uzaklaşacağını anladım. Ve daha ne çok şey anladım, eminim her geçen gün daha da çoğalacak anladıklarım.

Ben öyle pek peşinde koşulan, anasına babasına dert tasa getiren, uğraştıran bir evlat olmadım. En azından öyle olmadığımı düşünüyorum. Laf dinleyen, kural bilen, yoktan anlayan, duru olan mülayim bir kızdım ( halen de öyleyim sanırım ) . Ama bazı durumlarda inadı tutan, dediği dedik çaldığı düdük tiplerden de olurdum. Tüm çocuklar kadar, asla daha fazla değil. Bu cümleyi de sanırım en çok o zamanlarda işitirdim. ‘’ Şimdi beni anlamazsın, ama anne olunca anlarsın ‘’. Neyi anlayacaktım, niye şimdi değil de anne olunca anlayacaktım, illa doğurmam mı gerekiyordu yani anlaşılması bu kadar güç şeyi kavramak için. Sanırdım ki annem bu cümleyi çok duymuş da anneannemden, sırf geçmişin hırsını almak için bana aynısını söylüyor. Yok öyle değilmiş meğerse, o da anne olunca anlamış.

Yıllar geçti, ne ben uslandım ne de annem usandı bunu tekrarlamaktan. Bekledim ben de anne olunca anlarım nasıl olsa diye. Sonra evlilik çarkının içine dalıverince henüz anlamaya değil ama aramaya başladım annemi. Düzenini, bana sunduğu konforunu, el üstünde tutmasını, yediğim önümde yemediğim arkamda, bir elim balda bir elim yağda durumlarını aradım. Bencilce nedenlerle biraz ama alışkanlıklarımı aradım hep. Yeni evin düzenini kurarken eski evin alışkanlıklarını kenara itemeyiz bir anda. Ararız, ararız ve o gün gelir anlamaya başlarız annemizi.

Ben oğlumu ilk gördüğüm anda anladım anne olmanın ne demek olduğunu, annemin yıllarca bana neden öyle dediğini. 1900 gr lık minik oğlumla ilk tanıştığım yoğun bakım odasında, onu ilk gördüğümde anladım ben her şeyi. İçime düşen duygunun beni ömrümün sonuna kadar, son nefesime kadar bırakmayacağını o an anladım ben. Daha dakikalar önce tanıştığım bu küçük adam anlattı her şeyi bana hem de. Bu kadar kısa sürede bir ufaklık içimi bu kadar titretebiliyor ve gözümden akan yaşlara sebep olabiliyorsa demek ki daha çok şey anlatacak bu bana, dedim. Demek ki annem yanılmamış, demek ki anne olunca anlayacakmışım.

Üniversite yıllarımda arkadaşımda kaldığım gecelerde sık sık arayıp evde miyiz diye gizlice kontrol eden, dışarı çıktığımızda kiminleyim diye sorgu suale çeken, çoğu zaman babamdan gizli bana her konuda izin veren, olur olmaz her şeye evham yapıp hem kendini telaşlandıran hem beni sinirlendiren annem. Evlendiğimde bile gittim mi geldim mi, yolda mıyım, değil miyim diye endişelenen, telefonlara cevap vermezsem komşumu hatta apartman görevlimizi arayacak kadar olayı abartan annem. Koskoca evli bir kadın, hatta anne bile olmuş olsam hala benim için endişelenen, beni düşünen annem. Artık sana kızmıyorum annem, hiç kızmıyorum. Çünkü biliyorum sen olmasan bunları kimse yapmaz benim için, sen olmasan kimse benim için endişelenmez senin gibi.

Beni tam 20 yaşında mini minnacık bir kızken kucağına almış annem. Ben ise tam 30 yaşımda iken oğlumu dünyaya getirdim. Aradaki o 10 yıllık fark kim bilir ondan neler alıp götürdü, anneliği öğrenirken kim bilir neler yaşadı bizim bile yabancı kaldığımız. Kendince kendi anneliğini yaşarken kim bilir o neler anladı anne olmaktan. Bildiğim tek şey fedakar, eşine az rastlanır bir annem olduğu, öyle laf olsun diye değil dolu dolu anne olduğu. Anne olmanın sonuna kadar hakkını verdiği. Mart ayının 15’ i annemin doğumgünü. Şimdiye kadar hiç vermediğim bir hediye vereyim istedim ona. Böyle bir yazı yazayım dedim. Ve yüzlerce insanın da şahitliğinde anladığımı söyleyeyim istedim. Doğumgünün kutlu olsun canım annem, ben de anne oldum bak ben de artık anladım…

Not: Bu yazı henüz anne olmamış ve anneleri ile çatışan genç kızlara ithaf olunur. Anne olunca anlarsınız!!!

11 Mart 2010 Perşembe

Kahve Soslu Frambuazlı Islak Kek

Yine keyifsiz günler yaşıyorum, sanırım periyodik olarak böyle zamanlar yaşamazsam eksik kalıyorum. Elimi hiçbir şeye sürmek gelmiyor bu günlerde içimden. Oğluşu okula götürmek işi olmasa evden bile çıkasım yok. Bir de yemek yapma zorunluluğu olmasa ne iyi olacak. Ama boğaz işi hiç bitmiyor. Allah da bitirmesin. Dolayısıyla mutfağa da girememe gibi bir lüksümüz yok.

Bu kek daha önceden yaptığım ıslak kekin aynısı aslında. Sadece bu defa vişne suyu yerine kahve ile ıslattım ve farklılık olsun diye arasına frambuazlar serpiştirdim. Bu haliyle çok daha güzel olduğunu da belirteyim. Zaten frambuaza bir takıldık kaldık herşeyin içine katar oldum. Yakında çorbaları da frambuazlı yaparsam şaşmayın yani.

Tarifi blogda var ama buraya tekrar yazıyorum bu defaki şekliyle.

Malzemeler:

4 adet yumurta
2 su bardağı tozşeker
1 su bardağı sıvıyağ
1 su bardağı süt
2 su bardağı un
1/2 su bardağı kakao
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
1 su bardağı su
1 yemek kaşığı granül kahve
3-4 adet kesme şeker

1 kase frambuaz ( vişne, böğürtlen de olabilir )


Yapılışı:

1. Bir bardak su içine granül kahveyi ve kesme şekerleri atıp şekerler eriyene kadar karıştırın.
2. Tozşekeri, sıvıyağı, sütü ve kakaoyu derin bir kapta mikserle çırpın.
3. Bu karışımdan 1 su bardağı kadarını ayırın.
4. Diğer bir kapta yumurtaları köpük haline gelene kadar çırpın.
5. Her iki karışımı birbirine ekleyin ve elenmiş un, kabartma tozu ve vanilyayı da içine katarak iyice karıştırın.
6. Yağlanmış kek kalıbına karışımın yarısını döküp araya frambuazları yerleştirip geri kalanı da dökün.

7. Önceden 180 derecede ısıtılmış fırında en az 40 dk pişirin.
8. Pişip pişmediğini kontrol edip piştikten sonra fırından alın.
9. Kahveli su karışımını kekin üzerine dökün.

10. Yaklaşık 5 dk sonra da ayırmış olduğunuz kakaolu karışımı kekin üzerine dökün.
11. Kek kalıbınızı tekrar sıcak fırının içine koyup birkaç saat sosunu iyice çekmesi için bekletin.
12. Kek oda sıcaklığında soğuduğunda dilimleyin ve isteğinize göre hindistancevizi ile süsleyerek servis yapın.


Üzerinde dondurma ile de harika oluyor. Bu haftasonu kek pişirecek olanlara şiddetle tavsiye ediyorum, elinizdeki tarifi kenara alın ve bunu deneyin, inanın pişman olmazsınız.

8 Mart 2010 Pazartesi

Elmalı Kurabiye-2

Genelde evlerde yenmeyen, çürümeye terkedilmiş elmalar olunca akla ilk gelen şey hemen elmalı kurabiye olur. Ben de geçen hafta küçük beyin bitirmeye gücünün yetmediği elmalardan öyle yapayım dedim. Zira evin tek elma tüketicisi kendisi, biz anne baba öylece bakıyoruz o yedikçe. Sanki zehirli elma, elimize almaya korkuyoruz. 

Daha geçtiğimiz aylarda farklı bir elmalı kurabiye denemiştim. Ondan da tam istediğim sonucu almıştım ama bu defa değişik bir tarif olsun istedim. Zaten başımıza ne geliyorsa bu değişiklik olsun, farklı şeyler yapalım da blogda paylaşalım sevdasından gelmiyor mu? Ahhh kilolar da çok büyük farklılıklar yaratıyor hayatımızda, orası da başka mevzuu.

Ne diyordum, tam da böyle değişik bir tarif deneyeyim diye aranırken aklıma Dr. Oetker'in vanilya ve kabartma tozlarının arkasındaki tariflere bakmak geldi. Evdeki tüm paketlere bir bir bakıp sonunda aradığımı da buldum. İlk defa böyle bir deneme yaptım ama sonuç cesaret vericiydi. Bundan sonra bu paketlerin arkalarına bakmadan atmak yok demek ki.

Malzemeler:

iç harcı için
3 adet elma
3 yemek kaşığı toz şeker
1 su bardağı ceviz içi
1 çay kaşığı toz tarçın
1 fiske muskat cevizi rendesi ( tarifte yoktu, ben ekledim )

hamuru için
1 çay bardağı yoğurt
250 gr margarin
1 çay bardağı pudra şekeri
4,5 su bardağı elenmiş un
Dr.Oetker kabartma tozu
Dr.Oetker vanilya

Yapılışı:
1. İç harcı için elmaları rendeleyin. Toz şekeri de ilave edip pişirin.
2. Ceviz içi, tarçın ve muskatı da ekleyip soğuması için kenara alın.
3. Hamuru için dışarda yumuşamış margarini, yoğurdu, pudra şekerini, elenmiş unu, kabartma tozu ve vanilyayı yoğurun.
4. Hamuru 4 eşit parçaya bölün.
5. Merdane yardımıyla 0,5cm kalınlığında yuvarlak açıp üçgenler şeklinde kesin.
6. Hamurun geniş kenarlarına elmalı iç harcından koyup rulo şeklinde sarın.
7. 175 derecede önceden ısıtılmış fırında 20-25 dk pişirin.
8. Fırından çıkartıp üzerine pudra şekeri serpin.

Afiyet olsun.
Bu tarifimi de TuzBiber Dergimizin bu ayki Kurabiyeler etkinliğine gönderiyorum. Henüz kurabiye pişirip de etkinliğe katılmayan varsa hadi ne duruyorsunuz....


6 Mart 2010 Cumartesi

Kahveli Duvalı Tatlı

Daha önce bu yazımda da yazmış ve önermiştim ve tatlıyı ama bu defa başka. Büyük adamın Bursa seyahatlerinde mutlaka uğradığı ve asla eli boş dönmediği bir adresten bu lezzetler. Bursa Orhangazi' de Orhan' ın Yeri' den. Daha önceki yazımda sade olanından bahsetmiştim ve neden adının duvalı olduğunu bilmediğimi söylemiştim.

Bunun üzerine mekandan bir teşekkür ve açıklama yorumu gelmişti sebebini belirten. Bu muhteşem tatlının tarifinin sırrına eremedim ama bu defaki Bursa dönüşü yeni bir duvalı tatlı vardı büyük adamın elinde, kahveli duvalı tatlı. Ben ve evdeki minik canavar çok severek yedik yine bu kahveli versiyonunu da. Geçen sefer Bursa' da yaşayan arkadaşlardan bu tatlıdan hiç haberleri olmadığını bildiren yorumlar gelmişti. Eeee artık hala gidip de tadına bakmayan kaldıysa ben karışmam. Benden söylemesi, yeni bir çeşidi çıkana kadar da hatırlatma yapmam, ona göre:))

Orhan' ın Yeri Duvalı Tatlı
Turist Yolu Altı Birlik Apt. No:178 Orhangazi
Tel: 0224 5730701


Bursa'lı olanlar, Bursa' dan yolu geçenlere duyurulur.

1 Mart 2010 Pazartesi

TuzBiber Dergisi Mart 2010 Sayısı Yayında

TuzBiber Dergisi Mart 2010 sayımız yayında. Birbirinden renkli ve keyifli tarifler için dergiye buradan ulaşabilirsiniz. Önümüzdeki ay 1. yaşını kutlayacak olan dergimizin Nisan sayısı için de etkinlik konusu Kurabiyeler. Siz de tariflerinizle dergimizde yer almak istiyorsanız kurabiye tariflerinizi bizimle paylaşmayı unutmayın.