28 Haziran 2008 Cumartesi

İyi ki Doğdun Birtanem


Hiç de öyle alışıldık bir anne-bebek buluşması gibi başlamadı hikayemiz oğlumla. Hastane odasında kucağıma verilmedi, öpüp koklayamadım da onu içime çeke çeke. Bir yoğun bakım odasında küvözde öylece yatıyordu ilk tanıştığımızda.Elleri ayakları mini minnacık, savunmasız, çırılçıplak ve yalnızdı. İçimden alıp oraya koymuşlardı ve ‘’işte bu sizin oğlunuz’’ dediler. Zordu,boğazımızda hep bir düğümle aylar geçirdik, hep acabalar, belkiler, keşkeler geçiverdi içimizden. Dile getiremediğimiz korkularımız oldu çok. Ama benim güçlü oğlum her türlü zorluğu yendi,bize anlatılan tüm korkunç senaryoları yırtıp attı ve yanımıza yuvasına döndü. Ve bugün tam 2 yaşında kocaman bir küçük adam oldu benim canım oğlum. Allah’ıma onu bize verdiği için, yaşadığımız onca şeye rağmen şimdi yanımızda ve sağlıklı olduğu için şükrediyorum. O kötü günleri unutmuyorum hepsi bugüne şükretmemi sağlıyor. Nice yıllara minik kuşum, evimizin neşesi.
p.s.doğumgünü menümüz ve tarifleri önümüzdeki hafta geliyor.

yorum yazmak isteyen var mı?

22 Haziran 2008 Pazar

Tatil Anılarına Devam - Assos

Bizim için Assos tatilinin şanssızlığı Bozcaada’nın hemen arkasından olmasıydı.Bozcaada’dan ayrılıp çiftliği ardımızda bırakınca Assos’da bir otel odası biraz yavan kaldı.Bunu Tuğracık da hissetmiş olacak ki adadaki uslu çocuk orda biraz huysuzlanmaya yemek yememeye başladı.Dolayısıyla da adadaki huzur benim için aralandı ve sinirli,gergin Yasemin hortladı tekrar.Anne olanlar bana hak verecektir,çocuğunuz yemek yemediği zaman sanki dünya dönmüyormuş gibi oluyor.Ya da bana öyle oluyor.Neyse tatilin başında kendime verdiğim sözü tutup kafama takmamaya çalıştım.Olduğu kadar elbette.

Benim Assos’a ilk gidişimdi bu,Orhun yıllar önce bir kere daha gitmiş.Ufak bir yer olduğunu görülecek çok fazla bir yer olmadığını söylediğinde inanmamıştım.Ama öyleymiş gerçekten,ufak bir liman ve tapınak dışında pek de görülmeye değer bir şey yokmuş.Ama deniz yine Bozcaada’daki gibi güzeldi.Soğuk ama daha girilebilir olmasına rağmen Tuğra çakıl taşlarını şeker sanıp ağzına atınca deniz keyfimizi yarıda kestik.Havuz başında takıldık daha çok.Zaten topu topu 3 gün ama Assos için yeterli bir süre.


Athena Tapınağı hakkında pek bir bilgim yok, sadece depremde tapınağın yıkıldığı her yerin yerle bir olduğunu biliyorum.Tanrıça Athena için tepede bir yerde yapılmış her yere de hakim bir manzarası var.Tepeden baktığınızda limanı ve hemen yanında suyun altında kalmış antik limanı görebiliyorsunuz.


Limana çıkan yokuş üzerinde yerli halk tezgahlarını açmış elinde ne var ne yok satmaya çalışıyorlar zorla.Tuğra’ya kız bluzları satmaya çalışanlar mı istersiniz,yaz sıcağında yünlü patikler vermeye çalışanlar mı istersiniz hepsi var.Elinize tutuşturup geriye de almıyorlar,illa alacaksın başka yolu yok.Henüz sezon yeni açılıyor ya turiste aç kalmışlar bütün kış kimi tutsak kardır diyorlar herhalde.Neyse sonunda ev yapımı yeşil zeytin (tadı rezalet çıktı eve gelince anladık) ,zeytinyağı,tarhana, nane,defne yaprağı ve oraya özgü limonlu kekik aldım.







Ve yine oraya özgü damla sakızlı Türk kahvesini de tapınağa çıkan yol üzerinde bir çay bahçesinde içtik.Daha önceden İstanbul’da da içmiştim ama hiç alakası yoktu onunla.İçinde gerçekten damla sakızı parçacıkları vardı ve özelliği de cezve yerine fincanda pişirilmesiydi.Oralara yolunuz düşerse mutlaka deneyin.Bademli,çikolatalı,fındıklı ve damla sakızlısı mevcut.
tapınağa çıkan yol üzerinde hoş bir seramik atölyesi
limandan bir görüntü

Liman çok ufak ama şirin bir yer.Birkaç butik otel ve balık lokantası dışında da pek bir şey yok ama huzurlu bir havası var.Bir de meşhur Assos dondurması yapan Ali Usta’sı var ki yemeden edemedik.Gözümüzün önünde hemen sıcacık kornetler hazırlayıp içine şokella ve fındık ezmesi üzerine bal-badem dondurmayı ekleyip başka bir kornetle kapattı.Enfes lezzeti tatmamak olmazmış.Tuğra da boş kornetle oyalandı her zamanki gibi.





Assos’tan eve dönüş vakti geldiğinde artık gerçekten yorulmuştuk.Çocukla tatil yapmak pek de tatil olmuyor aslında.Daha çok kovalamaca şeklinde geçiyor.Yine de son günümüzü de dolu dolu geçirebilmek için feribot saatimize kadar gezinmeye devam ettik.



Tuğra'nın diliyle dıgıdık dıgıdık

Truva kentini ve atını görmeden oralardan geçmedik elbette.Ören yerinin girişinde temsili bir at var Truva atı,millet içine çıkıp bol bol fotoğraf çektiriyor.Tuğra’nın da çok hoşuna gitti içi,koştu durdu içinde.Ben de babasıyla onu dışardan fotoğrafladım.
pencereden bakan da kim acaba?Truva kenti çok geniş bir alana yayılmış ve yakın zamana kadar yapılan kazılarda da Troia ile ilgili birçok şeye ulaşılmış.Hatta 1988 yılından 2005 yılına kadar kazıları yöneten Prof. Manfred Korfmann kendini bu kente ve kazıya o kadar adamış ki ismine bir Türk adı –Osman- da ekleyip T.C vatandaşlığına geçmiş.Ve dünyanın 13 araştırma kütüphanesinden biri olan kütüphanesini de adına Çanakkale’de kurulan kütüphaneye bağışlamış.
2004 yılında da Bu Truva atına rakip gelmiş.Brad Pitt'in oynadığı meşhur Truva filminde kullanılan tahta at Çanakkale'ye getirilmiş ve şehir merkezindeki Morabbin Parkında ziyarete açılmış.


Yine dönüş yolunda niyetimiz Çanakkale’ye uğrayıp meşhur peynir helvasından almaktı.Ama yine bunu en iyi yapan yerlerden birinin BABALIK olduğunu öğrendik.Soyadımız da olduğu için ordan alacağız diye tutturup orayı aradık ama bulamayınca başka yerden aldık.Sevenler için peynir helvası yapan Çanakkale Meşhur Peynir Helvası Babalık Göztepe’de de var.Üzerine de vanilyalı dondurma ile servis edilince yemeye doyum olmaz bir tadı oluyor. Bu sıcak da biraz bayıltıyor ama tatlı sevenler hayır diyemezler.

2 gündür yazdıklarımı okuyanlar ‘’tatile değil de markete alışverişe’’ gittiğimizi düşünecekler şimdi ama yolunuz Ezine’den geçerse peynir almadan dönebilir misiniz?
En son Ezine peynirimizi de bu alışverişi tamamladık.Desem de inanmayın valla şimdi yazarken ben bile gülüyorum,son olarak Çanakkale domatesi diye kandırılıp domatesimizi de aldık.Fakat Pazartesi günü pazarda pazarcılardan öğrendim ki Çanakkale domatesi henüz çıkmamış,beni kandırmışlar:((



Israrla tavsiye edilmiş olmasına rağmen Assos’da kabak çiçeği dolmasını yemeden döndük.Onu da artık bir başka tatile erteleyip sıcak sımsıcak yuvamıza döndük.Yine yemek yapmaya ve paylaşmaya devam…



Yorum yapmak isteyen var mı?

19 Haziran 2008 Perşembe

Benim Gözümle Bozcaada


























Tanrı,insanları uzun ömürlü olsunlar diye Bozcaada’yı yaratmış demiş Heredot.


Geçen seneki tatil tecrübemizden sonra bu yıl her ne kadar korksak da korktuğumuz başımıza pek gelmedi.Genel olarak bakacak olursak Tuğra Bey pek üzmedi bizi,birkaç kafa toslatma,gece ağlama krizleri,yemek yememe durumları dışında fena değildi.Bir de Bozcaada’nın güzelliğinden olsa gerek fazla da umursamadık yaptıklarını.

Nerede Kaldık?

Ada için tatil planı yaparken özellikle tercihimizi çiftlikten yana kullandık.Hem gürültüden,merkezden uzak hem de teknolojiden uzak olsun,doğa ile iç içe olsun istedik.Tam da istediğimiz gibi bir yer bulmuşuz.





Çiftliği gördüğümde ilk aklıma gelen oranın çok güzel bir düğün mekanı olabileceğiydi.Gerçekten de her yıl mutlaka birkaç düğüne evsahipliği yapıyorlarmış. Henüz evlenmemiş olanlarınız varsa orayı görmeden karar vermesinler derim ben.Bizden geçti ne de olsa.





















Aral Tatil Çiftliği,Bozcaada’lı bir aileye ait,tek katlı minik evlerden oluşuyor,her evin önünde verandası ve bahçesi var.Her odaya eski kullanım alanlarına göre bir isim verilmiş (bizimkisi Çamlık'tı,Pırpır Damı da benim en beğendiğim isim oldu)

Tuğra diğer odaları bir bir ziyaret etmeyi de ihmal etmedi,komşuculuk hoşuna gitti



Ortada da genişçe bir ortak yeşil alan var dinlenebileceğiniz,ya da Tuğra gibi koşturabileceğiniz.Çiftliğe ait kocaman bir sebze bahçesi var.Domatesini,biberini,maydanozunu vs her şeyi kendi bahçelerinde yetiştiriyorlar.




Yine kendi kümeslerinde tavukları ve çok güzel tavuskuşları var,Tuğra tavuskuşunun sesinden pek hoşlanmadı ama benim gördüğüm en güzel tavuskuşuydu.







Tüm çiftlik,bahçe inanılmaz zevkli aksesuarlarla bezenmiş,en ufak ayrıntıya kadar düşünülerek yapılmış.Odalar tertemiz,çarşaflar havlular misler gibi sabun kokuyordu.Çiftliğin havasını bozmasın diye de ne televizyon ne de internet bağlantısı yoktu.Gitmeyi düşünenlere kesinlikle tavsiye edebileceğimiz bir yer,biz zaten en kısa zamanda bir kere daha gitmeyi düşünüyoruz.





















Çiftlikle ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz


adresinden bakabilirsiniz.Çiftlikten birkaç fotoğraf daha görün bakalım.


yine bir odanın verandası


Tuğra ilk defa langırt oynadı


işte favori odam:)








Bu kadar çiftlik reklamından sonra biraz Bozcaada’dan bahsedelim.Ada ekonomisinin temeli bağcılık ve şarapçılık olduğundan çoğunlukla üzüm bağlarıyla kaplı,adada 4 ayrı şarap fabrikası varmış.Gezerken her yerde bağları görmek mümkün.Hatta bir yerlerde okuduğum kadarıyla adayı çok beğenip yerleşen aileler de heves edip şarapçılık yapmak istemişler.Fakat işi bilmediklerinden güzelim bağları heba etmişler.Artık ne kadar doğru bilemem.


Adada Şarap Tadım Günleri (yanılmıyorsam 20 Haziran’da başlıyor) ve Bağbozumu Şenlikleri çok keyifli olurmuş ama biz bu sefer kaçırdık.Sırf Tadım Günleri için gelenler olurmuş adaya.Biz karı-koca öyle çok fazla içki içmediğimiz için sadece Tuğra’nın erken uyuduğu bir gece odamızın verandasında birer kadeh içtik.O da Çiftliğin kendi üretimi şaraplardan .Diğer gecelerde de ise kalın battaniyelerimize sarınıp sıcak çaylarımızı yudumladık sessizliğin ve huzurun tadına vararak.Sadece karanlıkta dolaşan kirpi ya da tavşan olduğunu düşündüğümüz yabancıların sesleri vardı bize eşlik eden.




Bozcaada genel olarak rüzgarlı bir yer,geceleri sıkı giyinmek gerekiyor.Bir dahaki sefere çok daha fazla kalın kıyafetle gideceğime eminim.Tuğra Beyi hasta etmeden geldik ya şükürler olsun.
Rüzgar olduğu için ve denizi de çoook soğuk olduğu için o muhteşem denizden mahrum kaldım ben.Orhun girdi,Tuğra da kumlarla fazla haşır neşir olduğu için onu da çığlık çığlığa sokmak zorunda kaldık ama ben o kadar soğuk denize giremedim maalesef.





Fakat ömrümde gördüğüm en berrak ve temiz denizdi.Bir daha gidersem mutlaka yaz ortası gitmeliyim diye düşündüm ama o zaman bile soğuk olurmuş deniz.Benim gibi Marmara’nın sıcak sularına alışık biri için Ege’nin buz gibi soğuk denizi uygun değilmiş demek ki.Ama o soğuk deniz bile orayı sevmemize engel olamadı.

Nereleri Gezdik,Neler Aldık?


Başta da dediğim gibi daha adaya ayağınızı basmadan sizi görkemli bir kale karşılıyor:Bozcaada Kalesi,Vapur iskelesinin hemen yanında yükselen kale çok da yeni görünüyor fakat yapımı taa Fenikelilere kadar uzanıyormuş.Tuğra ile pek böyle yerleri gezip de uzun uzadıya incelemek ne mümkün,girip baktık birkaç da tepeden ada manzarası fotoğrafladık işte o kadar.



Ada’da dikkatimi çeken bir diğer şey evlerin kapılarının önlerinin pırıl pırıl özenli olması.Hemen hemen her evin penceresinde dantelden yapılmış güzel perdeler,camların önünde bakımlı çiçekler,kapıların önleri tertemiz.Kışın yapacak çok iş olmadığını o yüzden hanımların hamarat olduğunu sebep gösterdi çiftlikte çalışan bir arkadaş ama ben yaz-kış hiç işleri olmadığı halde öyle boş boş hiçbir şey üretmeden oturan çok kişi tanıyorum.İnsanın içinde olacak demek ki adanın hanımları çok maharetliymiş ve de temiz.



Gezerken her evin fotoğrafını çekmek ihtiyacını hissediyor insan öyle zevkli ve huzur dolu ki.Denizi gibi havası,suyu,insanı da temiz Adanın.Her yerde otellerin yanı sıra ev pansiyonları da görmek mümkün.




















Bozcaada'ya gidip de ev pansiyonlarında kalan çok arkadaşım olmuştu eskiden.Ve gördüğüm fotoğraflar öylesine güzeldi ki pansiyon olduğuna inanası gelmez insanın.

Bütçesini zorlamak istemeyenler için bence hiç de fena seçenek değil.


Ben nereye gidersem gideyim mutlaka önce oraya özgü şeyleri almak isterim.Bozcaada’nın da şarabı meşhur olduğuna göre asma yapraklarından almadan gelmek olmazdı.Her ne kadar Tuğra ile sarma yapmaya pek şansım olmasa da anneme aldım.Ne de olsa bütün yıl onun sardıklarını yedik.Bu yıl da sarma yapraklarımız Bozcaada’dan olsun bari. Yedikçe adayı anarız.
Yine ilk defa duyduğum ve çok ilgimi çeken domates reçeli oldu.Böyle alışılmadık malzemelerden yapılan reçellere pek meraklıyımdır ben.Yılbaşında da Kıbrıs’tan karpuz kabuğu reçeli almıştım merak edip ama onu hiç sevmemiştim,hala da bitiremedik zaten.
Ama domates reçelini çiftlikte kahvaltıda tadıp Salto’nun o meşhur domates reçelinden almakta tereddüt etmedim.Benim gibi merak edip de denemek isteyenler için İstanbul'da da bir adres vereyim,Salto'nun domates reçellerini Kadıköy Çiya'dan da alabilirsiniz.






Bildiğiniz o narin çiçek gelincikten bile reçel yapıyorlar Ada’da.Bana biraz gül reçelini çağrıştırdı tadı.Onu da yine Bozcaada’nın reçelcisi Gülerada’dan aldık.Elbette yine adanın güzel üzümlerinden yapılmış misler gibi pekmezi de Tuğra beyciğimiz için aldık.Her sabah kaşık kaşık severek yiyor.

Bozcaada denince akla gelen ilk şey şarap ise ikinci şey de Rüzgar Gülleridir herhalde.






Adaya gidip de o muhteşem manzarayı görmeden dönmek olmazdı. Biz de gittik ve görüverdik,insanın içini ürperten bir ses eşliğinde öyle güzeller ki.17 tirbünden oluşuyor ve Türkiye’nin 3.rüzgar gülü elektrik santrali. Ada’nın ihtiyacından çok daha fazlasını üretip fazlasını da anakaraya iletiliyormuş.
Ada’nın her yeri gerçekten ayrı güzel. Denize girilebilecek çok güzel koylar var,özellikle Akvaryum. Ama biz çocukla en rahat edebileceğimiz yer olduğu için(şemsiyeli-şezlonglu)
Ayazma Plajını tercih ettik. Eminim keşfedilecek daha çok koylar vardı ama onları da bir sonraki sefere bıraktık artık.
Ada öyle sakin ve huzurlu ki, birçok sanatçıyı da kendisine çekmiş. Birkaç tane resim atölyesi vardı ama benim en çok hoşuma giden limanın sonunda açık havada olandı. Önünde de rengarenk dallarıyla bir dilek ağacı vardı.

























Yine yanındaki Kaktüs Cafe de benzer izler taşıyordu.Orayı da bir dahaki sefer için aklıma not ettim,durup dinlenmek denizi izlemek ve kahvemi yudumlamak için.

Nerelerde Neler Yedik?

Bir blogcu olarak en çok da farklı yemekler yiyip fotoğraflamak niyetindeydim.Fakat öyle çok da farklı şeyler yedim diyemem.Tuğra ile oturup keyifle yemek pek mümkün olamıyor,Orhun’la nöbetleşe de olsa bundan mahrum olmamaya çalıştık.

Bozcaada’da olup da balık yememek olmaz elbette,keyif alarak bir balık keyfi yapmamıza Tuğracığım da engel olmayınca afiyetle çupraları ve adaya özgü otları mideye indirdik.




kaya koruğu otu
deniz börülcesi ve turpotu



Biz bize tavsiye edildiği üzere Boruzan Restaurant’ı tercih ettik ve çok da memnun kaldık.Izgara çupra,deniz börülcesi,kaya koruğu otu,zeytinyağlı enginar,turpotundan oluşan bir menü.Masadaki ekmekleri de denizdeki minik balıkçıklara ikram ettik Tuğra ile.






Birkaç akşam da yine tavsiye ile gittiğimiz Hafızın Yerinde yedik akşam yemeğimizi. Genelde ev yemekleri yapan orta halli bir esnaf lokantası havasında fakat yemekleri hem lezzetli hem de cep yakmıyor. Bu arada cep yakma konusuna değinmişken Bozcaada’da balık yemek de öyle çok pahalı değil. En son Büyükada’daki dudak uçuklatan balık faturasından sonra hiçbir şey değil. Hemen hemen yarı fiyatına doymak mümkün. Bozcaada’nın güzel manzarası da yanınıza kar kalıyor.

Biz Bozcaada’dan bu kadar keyif alacağımızı bilemediğimiz için sadece 4 günlük planlamıştık tatilimizi. Halbuki 15 gün kalsak bile hiç sıkılmayacağımız huzurlu bir yermiş. Elbette herkesin tatil anlayışı,beklentisi farklıdır. Benim beğendiğimi bir başkası beğenmeyebilir. Eğer tatilden beklentiniz sessizlik,huzur,doğa,deniz,biraz tarih biraz sanatsal güzellik ise aradığınız yer Bozcaada olabilir. Hala görmediyseniz mutlaka gidin görün yaşayın.

Ben bu kadar yazdım,biraz da siz yazın bakalım yorumlarınızı.

17 Haziran 2008 Salı

Kalbimiz Bozcaada'da Kaldı



Her tatil bitermiş ve eve dönülürmüş.Ama Bozcaada gerçekten görülmesi gereken bir yermiş ve tekrar tekrar gidilesi.Anlatacak ve paylaşacak çok şeyler var ama birkaç gün sonra inşallah.Her tatil sonrası yaşanan o keşmekeş hali halen devam etmekte evde.Çamaşırlar,ütüler,yerleştirmeler,temizlik vs işlerini yoluna koyar koymaz başlayacağım anlatmaya ve tekrar tekrar yaşamaya.Şimdilik sadece Bozcaada Kalesinin fotoğrafını paylaşayım dedim açılış olarak.Daha feribotla adaya yanaşırken size ilk ''Hoşgeldin'' diyen bu kale oluyor.Ayrılırken de ''Tekrar gel'' der gibi arkanızdan bakıyor.
Yorum var mı?

5 Haziran 2008 Perşembe

Lahana Çorbası Diyeti ile Yağlarınızı Yakın,Sonucuna İnanamayacaksınız.

























Dün kızkardeşim bana bir mail atmış,internetten müthiş bir diyet çorbası tarifi aldığını söylemiş.Bana da blogumda yayınlamam için ısrar etti.Aslında kendim denemeden yayınlamak da istemedim ama biraz araştırınca gerçekten sonuçlarının mucize gibi olduğunu gördüm.Elbette doğru şekilde uygulandığı taktirde.Neslihan sanırım bugün başlayacak diyete ve ben döndüğümde ne kadar kilo verdiğini yayınlayacağım burda.Böylece benim yerime denemiş olacak.Ben de kısmetse dönüşte yaparım.Birkaç hafta önce olsaydı çok işime yarayacaktı aslında,tatile de kilo vermiş olarak giderdim ama neyse Ağustos tatilimize inşallah.

Tarifi aynen bana geldiği şekliyle hiç değişiklik yapmadan yazıyorum.



Lahana Çorbası Diyeti Yağ Yakma Diyeti


Bu diyet programı ABD'deki Minneapolis Mayo Klinik'de hazırlanmıştır.

*Çok kilolu kalp hastalarının ameliyattan önce çabuk olarak kilo vermeleri için hazırlanmış olup, programa uyulduğunda mükemmel ve sağlıklı bir diyettir. Bu diyet hızlı bir yağ yakma diyetidir ve daha önce almış olduğunuz fazla kalori bu diyetle yakılır.




*Diyet, vücudu zararlı maddelerden arındırıp, kendinizi daha sağlıklı hissetmenizi de sağlar. Vücuttaki yağları yakma amaçlı olduğundan kesinlikle alkol alınmamalı alkol, diyet bittikten ancak 24 saat sonra alınabilir.


Kullanmakta olduğunuz ilaçlar varsa diyete engel değildir.
* Yağ yakıcı çorba, bu diyetin anahtarıdır. Ne kadar
çok yerseniz o kadar çok kilo verirsiniz.
* Diyete tam olarak uyarsanız haftada 4,5 ila 8 kilo arasında kilo verirsiniz.
* Diyet süresince sadece belirtilen günlerde önerilen yiyecekler yenecektir.
* Bir haftada 6,5 - 7 kilo verirseniz diyete 2 gün ara veriniz. Daha sonra tekrar başlayabilirsiniz.
* Diyette değilseniz çorbayı içmeyin.



Yağ yakıcı çorba tarifi:

1 orta boy beyaz lahana,
6 sap taze yeşil soğan,
1-2 domates,
2 yeşil biber,
1 demet maydanoz.
1 adet kereviz de konulabilir


Bu mevsimde kereviz ve lahana bulamayanlar için 3M Migroslarda olduğunu da söyleyelim bari.

Hazırlanışı:

Sebzeleri küçük küçük kestikten sonra bir tencereye
atın ve üstünü örtene kadar su ilave edin. Tuz, biber
veya etsuyu tableti kullanabilirsiniz.

10 dakika hızlı ateşte kaynattıktan sonra, sebzeler iyice yumuşayıncaya kadar pişirin.

*Bu çorba her acıktığınızda yenebilir. İstediğiniz kadar
ve istediğiniz zaman yiyebilirsiniz.Ne kadar çok yerseniz
o kadar çok kilo kaybedersiniz.

*Çok uzun süre bu çorba yenirse beslenme bozukluğuna
yol açar. Bu yüzden diyette belirtildiği gibi, diğer yiyeceklerle beraber yenmesi gerekir.

Diyet Planı

*1.gün:Çorba ve meyve günü:

Muz hariç her türlü meyveyi yiyebilirsiniz. Ancak unutmayınızki, kavun ve karpuz diğer meyvalardan daha kalorilidir.
İçecek olarak; tatlandırıcısız çay, kahve ve bol su için.
Çay ve kahveye süt ve şeker asla koymayınız.

*2. Gün:Çorba ve sebze günü:

Çorbanın yanında her türlü sebzeyi yiyebilirsiniz. Çiğ, haşlanmış veya konserve her türlü sebzeyi özellikle yapraklı sebzeleri yiyebilirsiniz.
Kuru fasulye, bezelye ve mısırdan uzak durun.
Akşam yemeğinde kendinize bir ödül olarak tereyağlı, haşlanmış veya fırınlanmış patates hazırlayın.
Bu gün hiç meyve yemeyiniz.

*3. Gün:Çorba, meyve ve sebze günü:

İstediğiniz kadar çorba, meyve ve sebze yiyebilirsiniz.

Üç gün boyunca diyete tam olarak uyup, kendinizi
hiç aldatmadıysanız 2,5 - 3 kilo vermiş olmanız gerekmektedir.

*4.Gün:Çorba, meyve ve Sebze günü(muz ve yağsız süt dahil):

Muz ve yağsız süt bugün serbest.
Çorbayla beraber en çok 3 muz ve istediğiniz kadar
yağsız süt içebilirsiniz.
Muz ve süt vücudunuza yüksek karbonhidrat sağlayacak. Tatlı ihtiyacınızı azaltmak için bugün vücudunuzun
potasyum, karbonhidrat, protein ve kalsiyuma ihtiyacı olacak.
İstediğiniz kadar çorba, meyve, sebze yiyebilirsiniz.
(Dikkat en fazla 3 muz)

*5. Gün:Et, Domates ve Çorba günü:

Bugün kırmızı et(sığır) yiyebilirsiniz. Gün boyunca
300-600 gram et (dört biftek) ve istediğiniz kadar
domates yiyebilirsiniz.
Bugün vücudunuzun ürik asitten temizlemek için 6-8 bardak su içiniz.
Bugün çorbayı sadece bir kere içiniz.

*6. Gün:Et, yeşil yapraklı Sebze ve Çorba günü:

İstadiğiniz kadar et ve sebze yiyebilirsiniz.
2-3 parça et ve sebze yiyebilirsiniz.
Patates yok. Çorba en az bir kere içilecek.

*7. Gün:Kepekli Pirinç, Meyve suyu, Sebze ve Çorba günü:

Kepekli pirinç, tatlandırılmamış meyve suları ve
istediğiniz kadar sebze yiyebilirsiniz. Pirinci çorbaya koyabilir veya sebzeye karıştırabilirsiniz.

Yedinci gün sonunda aldatmaca yapmadıysanız
4,5 ile 8 kilo arasında vermiş olacaksınız.

* Et, verilen günde mutlaka yenmeli çünkü vücudun
yüksek proteine ihtiyacı var.
* Gazlı içecekler (maden suyu dahil) yasaktır.
* Bol bol su içiniz.
* Yağsız süt, sadece önerilen günde içilecek. Çay ve
kahveye koymayınız.
* Yeşil yapraklı sebzeler-salata-lahana-ıspanak-brokoli
çok yararlı.
* Greyfurt çok iyi.
* Patates gününde(2. gün) doğranmış soğan, domates, tereyağı, biber ve tuz ilave edebilirsiniz.

Diyetin en kötü günü 2.günüdür. Bundan sonra kilo
vermeye başladığınızda motivasyonunuz artacaktır.

3.gün sonunda isterseniz diyeti bitirebilirsiniz.

Önemli Not: Diyet 7 günlük yapıldıktan sonra 2-3
gün ara verilmeli. Ara verildiği günlerde yine hafif yiyecekler yenmeli aşırıya kaçılmamalıdır.



Not:fotoğraflar internetten alınmıştır.

Yorumları burdan alalım.